11 Eylül 2014 Perşembe

‘Sanatın toprağı da kaynağı da kendisidir, gerisi laf!’

‘Hal’ manzarası…

Hal'e ayak bastığımda, tarifsiz bir atmosfer karşıladı beni. Sardı, kuşattı. Kent, derin uykusunda, hal ise hummalı bir koşuşturma içindeydi. Elim ayağım dolaşmış, gürültü ve uğultu içinde girip çıkan kamyon, oradan oraya taşınan kasa, çuval, envai çeşit sebze ve meyve, iç içe geçmiş dükkân, kabzımal, hamal, kâtip, işçi, alıcı, satıcı ve telaşla koşturan insan trafiği arasında kendimi kaybetmiştim.

Manzara her an, her adımda değişiyor, bambaşka bir çehrede zaman, hızla akıyordu. Bu hengâme, gün yüzünü gösterdi mi duruluyor, kuşluk vaktinde sessizliğe bürünüyor, gecenin yarısında ise kaldığı yerden aynı coşkuyla devam ediyordu…

Dile kolay! İstanbul gibi büyük bir metropolün sebze ve meyve ihtiyacını karşılayan, yaz kış, yağmur soğuk, bayram seyran demeden hizmet veren ‘Bayrampaşa Hali’nden söz ediyorum. Elbet bu hizmette Kadıköy Hali’nin de payı yok değil, ancak konumuz başka.

‘Kenti Besleyen Kaynaklar’ başlığı ile yürüttüğüm belgesel projemin bir ayağı olan Türkiye’nin en büyük hali Bayrampaşa ile böyle tanışmış, uzun soluklu, ama zaman zaman kesintiye uğrayan bir beraberliğimiz olmuştu…

Bir kenti, hatta bir ülkeyi tanımanın kılavuzu sayılan bu istisna mekânlar, o kent ya da ülke hakkında siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan çok önemli bilgiler içerir. Fotoğrafçılar içinse aynı zamanda renkli, hareketli, hayli görsel ve öyküsü derin konulardır. Ancak beni, bunlardan öte insan yoğunluğu etkilemişti. İçinde daha çok insan olan her şey, nedense daha çok ilgimi çekiyor, yer yer sıkıntılara, sevinç ve hüzünlere, bazen acıya kapılsam da onların hikâyesini anlatmak daha manidar geliyordu. Fakat bir fotoğrafçı için insanı ve öyküsünü anlatmak kolay değildi, bunu biliyordum. Dahası konuyu etraflıca tanımak, onu bütünsellik içinde değerlendirmek ve öznenin gerçekliğine vurgu yapmak söz konusuydu. Bu yüzden hali defalarca ziyaret ettim. Onlarca kare fotoğraf çektim. Araştırıp soruşturdum. Gözden kaçsa da ısrarla eleştirilen, sosyal bir konunun arkasına yaslanmak ve döküm çıkarmak zaafına düşmemek için enikonu çaba sarf ettim...

Maalesef kimi çevrelerce, alt sosyal kültürden fotoğraflar diye adlandırılıp istihza ile söz edilen, mamafih itibarımızı zedelediği düşünülen böylesi fotoğraflar, İz Dergisi aracılığı ile -yalnızca orada- görücüye çıktı. Öte yandan bu bakış ve ‘güzel fotoğraf’ anlayışı, tarihsel ve kültürel açıdan hayli zengin ülkemizin görsel belleğinin oluşmasına önemli ölçüde katkı sunacak foto-röportaj ve/ya belgesel fotoğraf tarzına ne yazık ki mesafeli duruyor...
Yeri gelmişken bu alanların, bir başka, belki de temel sorunu olan mecrayı da hatırlatıp sözlerimi şu cümle ile noktalıyorum: ‘Sanatın toprağı da kaynağı da kendisidir, gerisi laf!’









Halin çevresi, aynı zamanda, hal içşilerinin yaşam alanı. Derme, çatma bir göz kulübüde süren zorlu yaşamı, aralıktan bakan Horus'un gözü bize vicdanı hatırlatarak çok şey söylüyor...














Kasalardan yapılmış bir göz odasının önünde, yakacağı da kasa olan bu adam, hem kasa tamir ediyor, hem de bekçilik görevi yürütüyor.















Hamallar, taşıyıcılar, kabzımallar, komisyoncular, alıcılar, satıcılar, seyyarlar, meraklılar ve ne iş yaptığı bilinmeyen insanlar, hali her daim, bir başka kılıyor.









Halin bir de kâtipleri var. Yazılıp çizilmesi gereken her işten onlar sorumlu. Kilolarca meyvenin, onlarca kasa sebzenin, ne tuttuğu akıldan bir çırpıda bulunuyor. Elbet sağlama yapılıyor, sonuç, bravo.








Her şey kasa kasa, kamyon kamyon geliyor hale. Anadolu’nun dört yanından. Sonra işleniyor, ayıklanıyor, diziliyor. E dile kolay, İstanbul ve çevresinin sebze ve meyve ihtiyacı buradan karşılanıyor.









Bir sebzenin, sofraya gelmesi kolay olmuyor. Önce, zor koşullarda tarlada çalışıyor insanlar. Sonra aynı ağır koşullarda halde. Halde çalışanların payına, bol bol yük taşımak düşüyor bir de.









Aşağıda hamallar, taşıyıcılar. Yukarda ise kabzımallar, dükkân sahipleri. Tüm gelişmelerden habersiz, yoksul bir kadın. Belki de soframıza gelecek ıspanağın taşındığı kasalar.









Ortalıkta envai çeşit sebze ve meyve; seçiliyor, tartılıyor, alınıyor, satılıyor. Her şey çok karışık görünüyor. Lakin o karışıklık içinde, anlaşılması güç bir düzen var.









Sabahın erken saatlerinde başlayan hummalı koşuşturma, gürültü, indirme, yükleme, alış veriş ve pazarlık öğlene dek sürüyor, gidip geleni eksik olmuyor halin.










Kasalar önce komisyoncuya iniyor. Satış ve sıkı pazarlık, kabzımallar eşliğinde burada sürüyor. Sonra tekrar alıcıların araçlarına taşınıp tüketiciye ulaşıyor.










Kamera karşısında çoğunluk gülerek poz veren, espri ve dostlukla yaklaşan hal insanları, toplumun kimi fertleri üzerinde oluşmuş önyargıları kırıyor.










Pazarda, yolda, limon ya da kimi zaman maydanoz satan küçük bir girişimci, onu semtine götürecek arabayı bekliyor.









Yerden yaklaşık olarak bir metre yükseğe kurulmuş dükkân ya da başka deyişle komisyonların hemen altında ateş yakmak, mangal yapmak halin rutin işlerinden.











Dökülmüş, atılmış sebze ve meyvelerin toplayıcısı az değil halde. Ülkenin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik duruma resmeden bu manzarada üç kadın, yenebilir fasulyeleri ayıklıyor.












Hal ve çevresinin her yanı hareketli. Bazen kaosu andırıyor. İşte bu yüzden, kimin ne iş yaptığını anlamak, ne olup bittiğini kestirmek, maalesef kimi zaman olası değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder