Bir fotoğraf ve ülkemiz fotoğrafına atıf...

Alelacele bir deneme...

Gerekirse düzeltebilirim, ancak içimden geçenleri bir solukta yazmak istedim. Yandaki fotoğraf yarışmalara katılsa, sergileme alma olasılığı bile zayıf. Ben bunu üç nedene bağlıyorum ki birincisi 'Batılı bakış'. Kendi ülkesine yabancılaşmış ve dolayısı ile batılı/oryantalist bakanlar için bu fotoğraf, öncelikle 'steril' değil. Dahası istenmeyen şeyleri resmediyor ve ülkemizi 'kötü' temsil ettiği de söylenebilir. Ne ki bu bakış açısına sahip tanık olduğumuz fotoğrafçılar, öğretmenler hatta profesörler var. Bu hususu tek başına yazmak, görüşler edinmek isterim ki bu konuyu şimdilik geçiyorum. İkincisi 'kültürel derinlik'. Öncelikle ilişkileri ve popülerliği ile var olan, suya sabuna dokunmayan, bir duruş ve özgünlük sergilemeyen, yanı sıra 'pazarlama' yeteneği gelişmiş fotoğrafçılar çoğu zaman 'bilirkişi' tayin edilir veya onlar bir yolunu bulup o işi kaparlar. Ancak bu yapıların çoğunluk klişe değerlendirmeleri biçimsel yapılanmanın ötesine geç(e)mez. Çünkü kültürel derinliğin yerini, değindiğimiz zaaflar doldurmuştur. Üçüncüsü ise ülkemiz fotoğrafının handiyse 'resmi bakış'ı olan 'güzel fotoğraf' anlayışının revaçta olmasıdır. Zaman zaman 'bu yığınlarca fotoğraf, neden birbirine bu kadar benziyor' serzenişleri; tek kalemden çıkmış misali birbirini yansılamaları; anlatım ve yorumdan uzak, özel bir bakış ve üsluptan yoksun olmaları ve daha birçok sebep bu anlayışın ne menem bir şey olduğunu aralamaya yeter de artar...

İstisnalar elbet var. Söz konusu fotoğrafı enikonu değerlendirecek, oradan bir kentin, bir bölgenin hakkında çeşitli veriler ve okumalar çıkaracak fotoğrafçılar da, aksi ve muteber düşünceler de yok değil. Ancak onların sesi şimdilik cılız çıkıyor. Ya da başka deyişle sesleri ve sözleri, kulakların birinden girip diğerinden çıkıyor.

Öte yandan böylesi fotoğrafları çekmek, yani insanlarla böylesi yüz-göz olmak, onların içine girmek, nefeslerini ve koşullarını solumak herkesin harcı değil. 'Bir konu seçerken izlenmesi gereken yol ve yöntemler'i, fotoğraf derslerine başladığım/girdiğim her yerde öncelikle madde madde yazdırırım. Bu maddelerden biri de, kişinin konuya olan yakınlığı ve ona uygunluğudur. Yani fotoğrafçı öncelikle üstesinden geleceği, kendi kişisel özellikleri ile uyum saylayacağı temaları seçmeli. Bir damla kanın tuttuğu misal ben, asla bunun görüleceği konuları çalışamam. Anlaşıldığını sandığım bu konuyu şuraya bağlamak istiyorum. Evet, bu tür konularda kendini uygun görmeyen samimi fotoğrafçıların, başka alanlara yönelmesi hayli yerinde, doğal ve anlamlı. Ancak bunun aksine, bu tür görüntüleri, hakkıyla değerlendirmek yerine onlardan "istihza" ile söz etmeleri maalesef anlaşılır ve adil değil...

Evet, en büyük istismar, kanımca belgesel fotoğraf alanında yaşanıyor. Çünkü insana, hayata ve gerçeklere dair herhangi bir konuda, meseleyi hakkıyla, tüm çıplaklığı ve gerçekliği ile anlatmak kolay değil. Misal dünyanın en büyük basın kuruluşlarının çeşitli biçimlerde sunduğu görüntülerde, her şey sanki Allah'ın bir lütfuymuş gibi sunulur... Sebepleri, nedenleri, öncesi ve sonrası meçhul bırakılarak, özne ve onu var eden olumlu olumsuz tüm koşullar bertaraf edilir. Ancak bunun aksi örnekleri de var. Magnum fotoğrafçılarının foto-röportaj tarzı çalışmaları bunun iyi numuneleri sayılabilir. İki örnek verecek olsam, Eugene Smith'in 'Minamata' ve Reza'nın 'Kahire' çalışmasını sayabilirim...

Geo Türkiye Dergisi kapandı. Ne ki çalışma alanımızın günbegün daralması bir yana, fotoğrafımızın temel sıkıntılarından birinin de 'mecra sorunu' olması diğer yana, söz konusu dergide bir röportaj için fotoğraf seçiyorduk. Editörümüz Orhan Cem Çetin'di. Seçtiği bir fotoğraf Anadolu'da virane bir kilise görüntüsüydü. Onu önermişti ki ben, içindeki olmadık, oraya yakışmayan malzemelerden rahatsız olmuş, malum koşullanmanın da etkisiyle fotoğrafı 'temiz' bulmamış aksi yönde görüş belirtmiştim. Fakat Çetin, 'ama biz gazetecilik yapıyoruz' demiş, mühim bir hususu tekrar hatırlatmış ve altını bir kere daha çizmişti. Evet, o kilise o hale gelmiş veya getirilmişti ki bir gerçeği resmediyordu. Gazetecilerin görevi, konuyu, öncelikle olduğu gibi göstermekti... Kilise, bir depo, ahır ya da başka maksatla kullanılıyorsa, onu öyle göstermek ve yorumunu okuyucuya bırakmak olması gereken gazetecilik anlayışıydı.

Öte yandan bizi 'kötü' temsil eder anlayışı... Öyle ya! aslında yaraların ve sorunların üstünü örtmekten başka şey değildi...

Gelelim geçen yıllarda Harran'da çektiğim bu fotoğrafa. Fotoğrafın estetik değerleri elbet benim fotoğraf birikimimle ilişkili. Ancak estetik dediğimiz olgu veya onun başarısı, temanın iç örgüsünü ve onun anlatımını okunur kılmakla orantılıydı. Demir sedirler, açık havada geçen uykular, geçmiş zamanlardan kalan tarihi sutün başı, yaşlı adamın puşisi, pembe cıbınlık, arkadaki yaşam alanları, plastik leğen ve çeşitli imgeler/ögeler, bölgeye dair çok önemli bilgi, belge ve veriler içeriyordu.

Oturup roman yazmaya kalkışsak, ne kadar zor olduğunu, öncelikle konu seçiminde yaşarız. Onu bulsak, daha ilk cümlelerde ne kadar zorlanırız. Sayfalar dolusu yazmak, kurgu, kahramanlar, izlek, anlatım vs. ise cabası. O halde bir fotoğraf üretirken de aynı zorluğu yaşayıp benzer kaygıları duymalıyız. Romanda harcayacağımız eforu fotoğrafta, daha yerinde ifadeyle bir fotoğraf projesinde de harcamalıyız. Ve zorunlu olarak olması gereken donanım; yeteri derecede kavramsal ve kuramsal bilgi; yazacağımız konu hakkında enikonu gözlem ve birikim, fotoğraf disiplininde de -mutlak- olması gerekenlerdi. işte o zaman hakkıyla fotoğraf yapmış olabilir, işte o zaman fotoğraf için bir dildir diyebilirdik.

Özetle fotoğraf, kanımca bugün bir modaya dönüşmüş 'güzel fotoğraf' anlayışından öte bir yerde duruyor. Ve fotoğraf tarihine biraz derinden bakanlar o işlerin; o fotoğraf çalışmalarının bir derdin, bir kaygının, bir anlatımın; farklılığın, başkalığın ve özgünlüğün üzerine inşa edildiğini göreceklerdir. Teknolojik olarak, bizden geride olmaları ise, fotoğrafın aslında yürekle, bilgiyle ve tutkuyla üretildiğini de bizlere bir kez daha hatırlatmış oluyordu...

Engin Kaban  Eylül 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder