karşımda oturan adam, ayaklarını altına almış gazete okuyor. fotoğrafını çekiyorum ki beni fark ediyor. mahcup bir ifade eşliğinde yüzümün pembeleştiğini hissediyorum. o ise aldırmaz bir edayla bıyık altından gülüyor. derken gülmesi sarıyor beni. sonra doğruluyor. cebinden telefonunu çıkarıp şöyle bir kurcalıyor. o da ne, bana doğrultuyor. şaşırıyorum. elim ayağım dolanıyor. nasıl dursam, nasıl baksam, ne yapsam derken fotoğrafımı çekiyor. birden, içimdeki o sevinç coşkuya dönüşüyor. yerimde duramıyorum. kalkıp bu hiç tanımadığım, ama hayat dersi veren bu adamı, gözleri denizi, gözleri uzakları süzen, el ele, yan yana, içten sohbetlere tutuşmuş bu umutlu, bu güzelim insanları kucaklayasım geliyor...
çok sevdiğim bir yere, birisine bir an önce kavuşma telaşı içinde gemiyi bir ucundan bir ucuna turlarken buluyorum kendimi. liseli gençlere takılıyor gözüm. yüzlerinde pırıl pırıl gelecek, bir türkü tutturmuşlar; içli, umutlu, asi…
sonra kitap okuyanlar celbediyor dikkatimi. ne mutlu! hâlâ kitap okuyan insanları görmek, sevince boğuyor beni. yüz yıllar içinde birikmiş nice bilgiyi, onca deneyimi, gözlemi, insana ve hayata dair büyük öyküleri süzüp bize taşıyan o kitaplardan, arada başını kaldırıp anlamanın ve bilmenin bahtiyarlığı ile parlayan o gözleri öpesim geliyor…
ötede martılara simit atıyor bir çocuk. süzülüp iniyor, dönüyor, bağırıyor, neşeli neşeli kanat çırpıyor ak kuşlar. büyüğü, ‘yeter artık’ der gibi elinden tutmaya çalışsa da o elini vermiyor. inatçı. iyilik yapmanın, paylaşmanın, oyun oynamanın yol açtığı tarifsiz bir hoşnutlukla nasıl da mutluluk saçıyor…
değil gürül gürül hayat, bir an, bazen deli eyliyor insanı…
engin kaban
mayıs, 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder